• https://www.facebook.com/bsgmedya@hotmail.com
  • https://www.twitter.com/bsgmedya@hotmail.com

KESK Çorum Şubeler Platformu Dönem Sözcüsü Ali Türksal, OHAL Yasası ve KHK düzenlemelerine sert tepki gösterdi:

 ‘HUKUKSUZLUĞA KARŞI
TEK SES, TEK YÜREK
OLMAYA ÇAĞIRIYORUZ’

 

 

26 Aralık 2017
Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) Çorum Şubeler Platformu Dönem Sözcüsü Ali Türksal, OHAL'in siyasal iktidar ve Saray’ın elinde tek adam diktatörlüğü hedefinin önündeki engelleri temizleme silahına dönüştürüldüğünü ileri sürdü.

KESK Çorum Şubeler Platformu, OHAL Yasası ve KHK düzenlemeleri ile ilgili olarak bir basın toplantısı düzenleyerek tepkisini dile getirdi.

Eğitim-Sen Şube binasında yapılan basın toplantısında konuşan KESK Dönem Sözcüsü Ali Türksal, "OHAL/KHK rejimi ile örülen hukuksuzluk kaybedecek, demokrasi, emek ve barış mücadelemiz kazanacak!" dedi.

Eğitim Sen Şube Başkanı Mustafa Gül, Eğitim Sen Şube Sekreteri Hıdır Aygün, Tüm Bel Sen Şube Başkanı Nevzat Veldet ve BES Şube Başkanı Ertuğrul Alper’in de hazır bulunduğu toplantıda konuşan KESK Dönem Sözcüsü Ali Türksal, " Pazar gecesi çıkarılan 2 KHK, OHAL olmadan ülkeyi yönetemeyecek hale gelen siyasal iktidarın yaşadığı bu korkunun üründür. Bugüne kadar hayata geçirilen hukuksuzluğun üzerine adeta tüy diken KHK’ler ile bir yandan haksız, hukuksuz ihraçlar sürdürülmekte, diğer taraftan tüm topluma tek adam diktatörlüğüne biat eden gönüllü kulluk dayatılmaktadır" ifadesini kullandı.

KESK Dönem Sözcüsü Ali Türksal, açıklamasında konuşmasını şöyle sürdürdü:

"Ülke olarak tarihimizin belki de en karanlık döneminden geçiyoruz. 15 Temmuz darbe girişimini “Allahın bir lütfu” olarak nitelendiren AKP-Saray rejimi, tek adam diktatörlüğünü inşa etmek için saldırılarına her gün bir yenisini ekliyor.

Son olarak Pazar gecesi yayımlanan iki KHK, 17 aydır sürdürülen OHAL hukuksuzluğunun ülkede demokrasi, adalet, eşitlik, özgürlük, insanca bir yaşam isteyen milyonları hedef aldığını, bu kesimlere yönelik adeta bir düşman hukuku oluşturduğunu tüm açıklığı ile ortaya koymaktadır.

Bilindiği üzere 15 Temmuz darbe girişiminin bastırılmasında tüm toplumun ve parlamentoda yer alan, almayan tüm siyasi partilerin darbe karşıtı tutumu belirleyici olmuştur. Toplumda ve parlamentoda yaşanan bu geniş birlikteliğe rağmen AKP hükümeti 20 Temmuz’da Olağanüstü Hal ilan etmeyi tercih etmiştir. İlan edildiğinde ‘üç aylık süreye gerek yok, bir iki ay içinde kaldırırız” denilen OHAL bugüne kadar tam beş kez uzatılmıştır; fakat darbe girişiminin siyasal ayağına ilişkin tek bir adım dahi atılmamıştır. Bunun yerine OHAL siyasal iktidar ve Saray’ın elinde tek adam diktatörlüğü hedefinin önündeki engelleri temizleme silahına dönüşmüştür.

 

17 aydır süren OHAL düzeninde yasama işlevsizleştirilmiş, yürütme tek adamda toplanmış, yargı tamamen siyasi iktidarın önceliklerine ve gündemine uygun kararlar alır hale getirilmiştir. Türkiye Yoksulluk, Yasaklar, Yolsuzluk ile birlikte anılan bir ülkeye dönüştürülmüştür. AKP-Saray rejimi artık OHAL dışında bir seçenekten yoksundur; OHAL tam da bu nedenle süreklileştirilmek istenmektedir. Baskı ve zora dayalı bir sistemi ilelebet ayakta tutamayacaklarını bilmesine rağmen içine sürüklendiği yönetememe krizinden çıkamamakta, korktukça daha fazla saldırganlaşmaktadır.

Pazar gecesi çıkarılan 2 KHK, OHAL olmadan ülkeyi yönetemeyecek hale gelen siyasal iktidarın yaşadığı bu korkunun üründür. Bugüne kadar hayata geçirilen hukuksuzluğun üzerine adeta tüy diken KHK’ler ile bir yandan haksız, hukuksuz ihraçlar sürdürülmekte, diğer taraftan tüm topluma tek adam diktatörlüğüne biat eden gönüllü kulluk dayatılmaktadır. 695 sayılı KHK ile toplam 2 bin 756 kamu çalışanı daha ihraç edilirken sadece 114 kamu çalışanı iade edilmiştir.

Üstelik ne komisyon kararlarında ne de KHK iade listesinde işlerini geri istediği için açlık grevi yapan ve kritik eşikte olan, yaşam haklarının gaspıyla karşı karşıya kalan Nuriye Gülmen ve Semih Özakça vardır. Burada tüm kamuoyunun iyi bildiğine inandığımız iki temel noktanın altını tekrar çizmekte fayda görüyoruz.

 - KESK nereden, kimden gelirse gelsin, tüm darbelere, vesayet sistemlerine karşı olan ve bunun için bedel ödeyen bir konfederasyondur.

- KESK, 11 yıl boyunca iktidara ortaklık eden, ‘ne istediyse verilen” cemaate karşı 15 Temmuz’dan sonra değil, en başından beri en net tutumu takınan kamu emekçilerinin mücadele örgütüdür.

KESK söz konusu yapının hem kamuda hem toplumsal yapıda yarattığı tahribata dikkat çekmekle kalmayıp buna karşı mücadele etmiş bir konfederasyondur.

KESK, bir ülkede emeğin haklarını korumanın, kazanımlarını kalıcı hale getirmenin biricik yolunun o ülkede demokrasinin, barışın, adaletin, hukukun üstünlüğünün tesis edilmesinden geçtiği bilinci ile emek ve demokrasi mücadelesi arasında köprüler kuran, kurmaya devam eden kamu emekçilerinin mücadele örgütüdür ve öyle kalacaktır.

Yeni KHK’ler ile sadece ihraçlar yaşanmamış, siyasi mahkûmlara tek tip elbise zorunluluğundan, “15 Temmuz darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğinde eylemlerin bastırılması kapsamında hareket eden,” sivillere hukuki, idari, mali ve cezai muafiyet getirilmesine, Danıştay ve Yargıtay üyelerinin sayısının artırılmasından, Milli Savunma Bakanlığına açıktan memur atamasına, Savunma Sanayi Müsteşarlığının Cumhurbaşkanına bağlanıp burada sınavsız personel istihdam edilmesinden Şeker Kurumu’nun kapatılmasına kadar onlarca hukuksuz düzenlemeye daha imza atılmıştır.

AKP, 696 sayılı KHK ile iktidarına biat etmeyen tüm kesimleri hedef alan politikasına faşist rejimleri aratmayacak düzenlemeler eklemiştir. Bunlardan en öne çıkanı “Resmi bir sıfat taşıyıp taşımadıklarına veya resmi bir görevi yerine getirip getirmediklerine bakılmaksızın 15/7/2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında hareket eden kişiler hakkında hukuki, idari, mali ve cezai muafiyet getiren Madde 121’deki düzenlemedir.

Söz konusu düzenleme ile darbe girişimi ile masum askerleri, askeri öğrencileri hedef alan, linç boyutuna varan saldırılarda yer alanlara cezai muafiyet getirilmektedir.

Öte yandan düzenlemede yer alan “bunların devamındaki eylemlerin bastırılması kapsamında hareket eden kişiler” ibaresi ile kasıtlı olarak tam bir belirsizlik ve kaos ortamı yaratılmıştır. AKP iktidarına yönelik her eylemin hatta eleştirinin darbe ve terör torbasına konulduğu, Ana Muhalefet Partisi Genel Başkanı’nın dahi İçişleri Bakanı tarafından açıkça tehdit edildiği bir ortamda AKP-Saray rejimine muhalif her türlü eylem, etkinlik ve eleştirinin devam niteliğinde sayılabileceği, silahlandırılan paramiliter yapıların muhaliflere saldırmasının önünün açıldığı ve üstelik bu saldırılar için tam bir cezasızlık getirileceği açıktır.

Ayrıca KHK ile Sarayın her hafta çağırdığı muhtarlara, belediye başkanlara ateşli silah taşıma yetkisi verilmiştir. Bu düzenlemeler sivilleri dahi hedef alan İnsansız Hava Araçları’na (İHA) ilişkin düzenlemeler ve silah, mühimmat üretilmesi amacıyla şirket kurulmasına yönelik düzenlemeler birlikte ele alındığında 696 sayılı KHK ile açıkça bir iç savaş hazırlığı yapıldığı görülmektedir.

696 sayılı KHK ile AKP-SARAY iktidarının baskı rejimine karşı çıkan herkese adeta düşman hukuku ve linç kültürü dayatılmaktadır. Ceza Muhakemeleri Kanununda yapılan değişikliklerle yıllardır sınırlanan savunma hakkının tamamen ortadan kaldırılmasına yönelik ciddi ve tehlikeli boyutlarda düzenlemeler getirilmiştir.

Örneğin zorunlu müdafiiliğin kabul edildiği hallerde müdafiin mazeretsiz olarak duruşmaya gelmemesi veya duruşmayı terk etmesi halinde duruşmaya devam edilebilecektir. Dolayısıyla müdafii olmaksızın hüküm tesis etmek mümkün olabilecektir. Gerek duruşmanın hazırlık aşamasında, gerekse duruşmada her türlü bilgi, belge, ifade, rapor artık okunmayacak; “anlatılacak”tır.

Yine 10 yıl üzerindeki hapis cezaları için yapılan itirazlarda Yargıtay’ın duruşmalı görüşme zorunluluğu kaldırılmaktadır. Savunma hakkının açıkça ihlali anlamına gelen bu uygulamalarda ilk derece mahkemesinin hükmüne karşı itiraz değerlendirilirken savunma hakkının kısıtlanması ile hükmün gerekçeyi içermemesi maddeleri kapsam dışı bırakılmıştır.

Tüm evrensel hukuk normlarını, hukuk devleti ilkesini tamamen yok eden iktidar, 696 sayılı KHK ile tıpkı 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi kanununda yaptığı değişiklik gibi, yüz binlerce işçi ve emekçiyi yakından ilgilendiren kadro düzenlemesini dahi parlamentodan, her tür denetimden kaçırarak yapmayı tercih etmiştir.

5 Aralık’ta bizzat Cumhurbaşkanı tarafından tüm taşeron işçilere koşulsuz kadro sözü verilmesine rağmen, 696 sayılı KHK ile taşeron işçilerin büyük çoğunluğu kadro hakkından yoksun bırakılmıştır. KHK ile yapılan düzenlemelere göre Belediye ve il özel idarelerinde çalışan 450 bin taşeron işçisi kadroya değil sendikal-sosyal-mali haklar ve ücret bakımından kadrolu işçilere göre ciddi farklar bulunan iktisadi teşekkül işçiliğine geçirilecektir.

Kadroya geçirileceği söylenen 400 bin kamu taşeron işçisinin ise önemli bir bölümü kapsam dışında bırakılmıştır. Buna göre; KİT kapsamındaki 26 kurumda, benzer şekilde özel bütçeli 26 kurumda çalışan taşeron işçiler düzenlemenin kapsamı dışında tutulmuştur. Ayrıca “herhangi bir sosyal güvenlik kurumundan emeklilik, yaşlılık veya malullük aylığı almaya hak kazanmamış olanlar” taşeron işçiler de kapsam dışında tutulmuştur.

Tüm bunlar yetmezmiş gibi “696 sayılı KHK’nın 83. Maddesi ile Kamu İhale Kanunu’nda değişlik yapılarak “personel çalıştırılmasına dayalı hizmet alım sözleşmeleri” kapsamında çalışan taşeron işçiler dışında kalanlar da kapsam dışında tutulmuştur. Diğer taraftan kapsama giren işçilere ise hem güvenlik soruşturması hem de yazılı- sözlü ya da uygulamalı sınav şartı getirilmiştir.

Hukuki denetim dışında tutularak keyfi bir sürecin işletildiği güvenlik soruşturmasının ve sınav şartının AKP iktidarı tarafından bugüne kadar hayata geçirilen onlarca benzer uygulama göz önünde bulundurulduğunda dahi ayrımcılık ve kayırmacılığa hizmet edeceğini, istenmeyen işçilerin kadroya alınmaması için bir eleme mekanizması olarak kullanılacağını görmek için kâhin olmaya gerek yoktur. Kısacası 2004 yılında 3.183 olan kamudaki taşeron işçi sayısını 2017 yılına kadar hızlı bir şekilde artırarak 850 bine çıkararak ülkeyi ‘Taşeron Cumhuriyetine’ çevirenlerin ‘kamu taşeron işçisine şartsız, ayrımsız kadro müjdesi!” yine boş çıkmıştır.

Birçok kurumun doğrudan Cumhurbaşkanına bağlanarak tek adam diktatörlüğünün taşlarının döşendiği bu KHK de orman alanlarının yağmaya açılmasından, cazibe merkezleri adı altında sermayeye teşvik ve kaynak aktarımına, dış borç sağlanması için beklenen etkiyi yaratamayan Varlık Fonu’nun yeniden düzenlenmesinden iç borçlanma için Vakıflar Bankasının Hazineye devrine kadar birçok alanda emekçiler ve halk aleyhine düzenleme yapılmaktadır.

Varlık Fonuna devri sağlanan PTT ve iştirakleri kamu kurum ve kuruluşlarına personel alımına ilişkin düzenlemelerin kapsamı dışında tutulmuş, sözleşmeli personel alımında KPSS şartı ortadan kaldırılmış, torpil ve kayırmacılıkla işe alımı iptal eden mahkeme kararları hiçe sayılmış, şirketleşen PTT’nin çalışanlarının kaderi şirketin iki dudağı arasına terk edilmiş, binlerce emekçi geleceksizleştirilmiştir.

 

Cemaat ve tarikatlara ait yurtlarda taciz, tecavüzün her geçen gün arttığı, çocuklarımızın geleceğinin yapılan düzenlemelerle her geçen gün gerici-dinci cemaat, tarikat ve vakıflara teslim edildiği bu dönemde yine bir KHK ile bir cemaatin elinden alınan yurtların ve okulların hızla başkalarına devri düzenleniyor.

 

 Hiçbir pedagojik formasyonu olmayanların öğretmenliğe atanması yetmezmiş gibi KHK ile bu atamaların geçerliği tescilleniyor. Bizler çocuk, kadın ve emek düşmanı AKP-Saray rejiminin KHK’lerle hayatlarımızı cehenneme çevirmesine seyirci kalmayacağız. Pazar gecesi çıkarılan KHK’ler ile ülkenin üzerine çöken karanlık daha zifiri hale getirilse de umutsuzluğa, yılgınlığa kapılmamızı bekleyenleri yanıltmaya devam edeceğiz. Çünkü bizler her kışın bir baharı olduğuna, karanlığın en koyu olduğu anın aydınlığa en yakın olunan an olduğuna inancını korumakla kalmayıp özlenen baharı, beklenen aydınlığı getirmek için her türlü baskıya direnen, acıyı bal eyleyen fiili meşru mücadele geleneğinin mirasçılarıyız.

 

Demokratik, laik bir ülkede, barış ve kardeşlik içinde, insanca bir yaşam mücadelesi veren, Türkiye kamu emekçileri sendikal mücadelesinin yüz akı KESK’lileriz.

Ana sütümüz kadar helal olan işimizi, ekmeğimizi hep beraber geri alacağız.

O zamana kadar yarının aydınlığa daha fazla yakınlaştığımız bir gün olacağına olan inancımızı koruyarak bu zor günleri aşmak için birbirimizle daha fazla kenetlenmeye devam edeceğiz.

 

Er ya da geç; emek kazanacak, demokrasi kazanacak, laiklik kazanacak, barış ve kardeşlik kazanacak, insanca bir yaşam mücadelesi kazanacak, haklı olanlar kazanacak, biz kazanacağız!

 

Sözlerimizi tamamlarken haksız-hukuksuz bir şekilde ihraç edilen, açığa alınan kamu emekçileri olmak üzere emekten, demokrasiden, barıştan, insanca bir yaşamdan yana olana herkesi OHAL/KHK rejimi ile örülen hukuksuzluğa karşı emek, demokrasi ve barış mücadelesinde tek ses, tek yürek olmaya çağırıyoruz." (BSGMEDYA)

 



531 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın

İÇİŞLERİ BAKANLIĞI

BİR KİTAP